Monday, February 20, 2012

AVRUPA’DA TARİHSEL VE KÜLTÜREL ÇEVRE KORUNMASI




AVRUPA’DA TARİHSEL VE KÜLTÜREL ÇEVRE KORUNMASI

Prof. Dr. Mehmet Tunçer [1]

İnsanlık tarihinin başlangıcından günümüze kadar binlerce yıllık uygarlık tarihi içinde insanın doğrudan veya doğa ile birlikte yarattığı değerler, bugün “kültürel ve doğal miras” olarak adlandırılır. Bu değerlerin korunması, çağımızda insanlığın ortak sorunudur ve üzerinde önemle durulması gereken bir konudur. Kültürel ve doğal mirasın korunması konusunda uzmanlık alanları ortaya çıkmış konu ile ilgili ölçütler belirlenmiş, hukuki ve yasal düzenlemeler yapılmaya başlanmıştır.


Koruma kavramının geçmişi çok eski devirlere dayanmakla birlikte, çağdaş korumanın kuramsal temelleri 20. yüzyılda atılmış, İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki dönemde Avrupa’da kentsel koruma çabaları hız kazanmıştır. Koruma alanında uluslararası platformda yapılan çalışmaların ilk adımı, ‘Uluslararası Müzeler Örgütü’ tarafından 1931 yılında Atina’da toplanan ‘I. Uluslararası Tarihi Anıtların Korunması ile İlgili Mimar ve Teknisyenler Konferansı’nda atılmıştır. ‘Atina Konferansı’ olarak da bilinen bu toplantıda önemli tarihi anıtlara fon oluşturan çevrelerin, yapı gruplarının ve bazı özellikleri olan güzel görünüşlü manzaraların korunması önerilmiş, bu ilkeler bütünü 1932 yılında İtalya’da ‘Carta del Restauro’ olarak yasal bir kimlik kazanmıştır. 1964 yılında kabul edilen Venedik Tüzüğü korumada en önemli belgelerden biridir.

1965 yılında kültür varlıklarına ilişkin araştırma, dokümantasyon ve teknik yardımla ilgili olarak ICOMOS Vakfı (International Council on  Monuments and Sites)[2] kurulmuştur. UNESCO tarafından 1972 yılında düzenlenen konferansta “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme” imzalanmıştır[3].

Avrupa Konseyi, Mimari Miras konusunda bir takım kararlar almış, bu kararlara göre ülkelerce oluşturulması gereken yasal prosedürler ortaya konulmuştur.  Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü tarafından düzenlenen Genel Konferans 17 Ekim-21 Kasım 1972 tarihleri arasında Paris’te toplanmış “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme” imzalanmıştır. Bu sözleşme ile Kültürel varlıkların önemi ve giderek bozuldukları belirtilmiş ve koruma için işbirliği yapılması gerektiği vurgulanmıştır. Bu sözleşmenin sonucu olarak “Dünya Mirası Komitesi” adı ile hükümetler arası bir komite kurulmuştur. Sözleşme esasına göre her devlet tarafından kültür varlıklarının bir listesi oluşturulmakta ve “Dünya Kültür Mirası Listesi” adı altında yayınlanmaktadır[4].

Dünya Miras Listesi'nde 2011 yılı sonu itibariyle Dünya genelinde UNESCO Dünya Miras Listesi’ne kayıtlı 936 kültürel ve doğal varlık bulunmakta olup bunların 725 tanesi kültürel, 183 tanesi doğal, 28 tanesi ise karma (kültürel/doğal) varlıktır. Liste, her yıl yeni adayların listeye alınması ve yeni ülkelerin anlaşmayı imzalamasıyla büyümektedir[5]

En çok dünya mirası olan ülke İspanya'dır (43). Ayrıca en çok kültürel mirası olan ülke İtalya (40), en çok doğal mirası olan ülke Avustralya (11), en çok karma mirası olan ülkeler ise Çin ve Avustralya'dır (4).

Aşağıdaki tablo bölge ve sınıflama dağılımını göstermektedir.
Bölge
Doğal
Kültürel
Karışık
Toplam
33
42
3
78
4
60
1
65
129
9
186
56
375
9
440
35
83
3
121
Toplam
166
660
25
851

Bu aşamaya gelene kadar özellikle Avrupa’da yüzyıllar süren bir bilinçlenme ve mücadele dönemi yaşanmıştır. Bu bölümde, Avrupa ülkelerinde tarihsel çevre korumasının tarih içindeki gelişimi kısaca verilmeye çalışılacak, tarihsel çevre koruması bilinci ve kaygısının gelişmesi özetlenecektir.

I.                    TARİHSEL VE KÜLTÜREL ÇEVRE KORUNMASINA İLİŞKİN BİLİNCİN VE DUYARLILIĞIN GELİŞİMİ

Korumanın çok çeşitli ölçek ve boyutları vardır. Tek bir yapıdan, büyük bir kente kadar giden sorunlar, yasal, parasal ve yönetsel düzenlemelerle şekillenir ve çözümlenir. Korumanın sosyal, teknik, politik ve kültürel boyutları bu düzenlemelerle bütünleşerek uygulamaya yansır. Korumanın kurumsal ve uygulamaya yönelik esaslarının, o ülke koşullarına uyarlanması yasal düzenlemelerle gerçekleşir.
Bir ülkenin kültür varlıklarına bakış açısı, algılama biçimi, korumaya karşı takındığı tavır ve gösterdiği davranışlar yasalarda anlatımını bulur. Fiziki mekân kavramı, görme ve dokunma suretiyle dış dünya ile ilişki kurarken bilinçlenmektedir. Bu nedenle ilk yerleşmelerden bu yana, benimsenip anıt olarak kabul edilen yapı ve nesnelerin korunması için gayret sarf edilmiştir. Anıtlar için önlemler alınmasını, önceleri siyasal ve dinsel nedenler zorlamışsa da toplumun bunu, bir alışkanlık ve bir gelenek olarak kabul etmiş olması da önemlidir. Anıtların daima bir ortam içinde düşünüldüğünü ve çevresiyle değerlendirilmiş olduğu da bir gerçektir diyebiliriz.

Kökeni çok eski devirlere dayanmakla birlikte, günümüzdeki anlamda koruma kavram ve uygulamaları 19. yüzyılda gelişmeye başlamış, bu süreçte sanat eserlerinin ve anıtsal yapıların korunmasından yerleşmelerin bir bütün halde korunmasına geçiş, yerleşmeleri oluşturan ögelerin tarihi, biçimsel ve estetik değerlerinin anlaşılmasından sonra olmuştur. Kentlerin tarihsel sürekliliği ve bütünleşik gelişimine ilişkin yeraltı ve yerüstü değerlerinin korunarak geleceğinin tasarlanmasını amaçlayan “kent arkeolojisi” kavramı ise, 20. yüzyılın son çeyreğinde gelişmiştir[6]. 19. yüzyılda Avrupa kentlerinde çeşitli imar çalışmaları sürdürülmüş, 1840’lardan sonra Londra’da çeşitli arkeolojik buluntular ele geçmiş, 1870’lerden sonra da benzer koşullar altında Norveç’in merkezi Oslo’da yapılan çalışmalar sırasında Ortaçağ yerleşimlerine ilişkin izler ortaya çıkmıştır. Sarfatij ve Melli, kent arkeolojisinin kavram olarak henüz gelişmediği bu tarihlerde, Oslo ve Londra gibi kentlerde eski insan yerleşimlerinin izlerinin mühendisler tarafından belgelenmesinin, modern kentsel arkeolojinin başlangıcı olarak kabul edilebileceğini belirtmektedir.

I.1. KORUMA KAVRAMI VE BİLİNCİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ[7]

I.1.1. Halen, Roma ve Bizans Döneminde Anıt Kavramı ve Koruma

Helenistik Devir, şehirlerin yerleşme düzeni ile ilgili kurallarını, örnekler ve yazılı belgelerle belirtirken, yapı ve heykellerde ölçeği büyük tutmuştur.  Güney-batı Anadolu’da bulunan Perge antik kenti buna güzel bir örnektir. Perge sadece bölgenin değil, tüm Anadolu'nun en düzenli Roma dönemi kentlerinden biridir[8]. Mimarisi yanında mermer heykeltıraşlığıyla da ünlüdür. 1946 yılından beri İstanbul Üniversitesince yürütülen kazılar sonucu şehir merkezinin önemli anıtsal yapıları gün ışığına çıkarılmış, ele geçen heykel buluntuları sayesinde Antalya Müzesi dünyanın en zengin Roma Dönemi heykel müzelerinden birisi olma özelliğini kazanmıştır[9].

Romalılar, yapılarını asıllarına oranla bir kaç misli büyüttükleri Helen Devri kopya heykeller ile süslemişlerdir. Yapıları Helen’lerinkinden daha göz alıcı ve görüntüye dönüktür. Bizans Dönemi ise, Helen-Roma Sanat ve Mimari akımlarını kuramsal ve uygulamada kendi anlayışlarına uygun olarak devam ettirme amacı içindedirler. 6. Yüzyılda Roma eserlerine gerekli ilginin gösterilmesi Thedorik tarafından zorlanmıştır.
Papa Vigiluis’un 537 yılında yaptığı onarımlar anıtlara karşı kamunun yaklaşımını gösteren birer örnektir. Bu dönemde Roma Devri anıtları Hıristiyan tapınakları haline dönüştürülmüştür. (Örnek Panteon. Resim 1)


Resim 1. PANTHEON KUBBESİ İLE MİMARİDE AŞILMASI ÇOK GÜÇ BİR YETKİNLİĞE ERİŞİLMİŞTİR (Fot. M. Tunçer)

Sanat eserleri yeni anlayış içinde el değiştirirken tahrip edilmekte ve çoğu kez kasıtlı bir şekilde ihmale uğramaktadır. Bizans İmparatoru Kayser Herakliyus, Venüs ve Roma tapınağının bronzdan yapılmış kiremitlerini St. Peter Katedraline koyması için Papa’ya hediye etmiş, II. Konstanz, Pantheon’ un ki dahil Roma Devri yapılarının bronz örtülerini söktürüp taşıtmıştır (MS 663).

Charlemagne[10] (MS 800), tarihçi Einhard’ı anıtların bakımıyla görevlendirmiştir. Einhard, Aechen’in Roma ve Ravenna’dan getirilen sütunlar, mozaikler ve mermerlerle süslenişini, dini anıtların yapılışını ve onarımını ayrıntılı olarak anlatır. Bu devir, Roma İmparatorluğu’nun Hıristiyanlık dini esaslarına uygun olarak Batıda gelişen politik hükümdarlığa dönüştüğü devirdir[11].

Bunu izleyen yüzyıllar, Roma için daha karanlıktır ve koruma olgusu daha çok surların onarımına yöneliktir. Sefalet, korku, temel sosyal düzeni olduğu gibi fiziki ortamı da etkilemektedir. Güvensizlik, yapılarda ve süslemelerde de kendini göstermektedir. Tecrit, ilişkiyi koparma, ilk anda düzende bozukluğa ve gerilemeye neden olmuştur. Orta çağda en çok gelişen askeri mimaridir ve surlar, korunma engelleri ustalıkla yapılmıştır.


Resim 2. Roma MEDENİYET MÜZESİ’NDE BULUNAN ANTİK DÖNEM ROMA YERLEŞİMİ MAKETİ

I.1.2. Dindeki Gelişimin Etkisi

10.Yüzyıldan sonra, şato ve manastırlar etrafında gelişen yerleşmeler belirli bir plan düzeni içinde değildir. Mirasçısı olduğu unsurları koruma daha çok pratik nedenlerden kaynaklanmaktadır. Güvenlik sağlayan siyasi, sosyal ve fiziki özellikler korunmuş ve günün gereksinmeleri ile bağdaşmıştır.

Bu yerleşmelerde, önceki devirlerin yapı ve şehir görüntüsünü etkileyen unsurlar, yeni unsurların yanı sıra ısrarla devam ettirilmektedir. 1084 yılında Norman’ların, Roma’yı aldıklarında sebep oldukları yakıp yıkma, o zamana kadar yapılanların en büyüğüdür.

Fakat 1107’de Tours Şehri Başpiskoposu, hala kalıntı ve heykellerden hayranlıkla bahseder. Trajan ve Markus Aurelius tarafından dikilen iki sütunun korunması gelir sağlanması içindi. 12. yüzyılda hazırlanmış “Mirabilia Urbis Romae” (Roma Şehri Harikaları) adlı eser turistik rehber niteliğindedir. 1143 yılında Roma Bağımsız Cumhuriyeti’nin ilanı ile önlem alınmadan onarımlar yapılmaya başlanmış, Roma herkese açık bir mermer ocağı gibi işlem görmüştür. Taşınabilir eserler ise, zafer hatırası olarak saklandığından devamlı yer değiştirmektedir.


Resim 3. ROMA FORUMU (Foro Romano) YÜZYILLAR BOYUNCA YAĞMALANMIŞ VE BÜYÜK ÖLÇÜDE YOKOLMUŞTUR (Fot. M. Tunçer)

II.                  RÖNESANS DÖNEMİ ve TARİH İÇİNDE BİREYSEL KORUMA EĞİLİMLERİ
Rönesans; ortaçağ ile yeniçağ arasında özellikle 17. yüzyıla kadar yaşanmış olan bir dönemdir. Daha kesin bir ifade ile bir geçiş dönemidir. “Yeniden uyanış”, “yeniden doğuş” anlamında kullanılan isimlendirme bu dönem için çok uygundur. Çünkü RÖNESANS her bakımdan yepyeni düşünce ve yaklaşımların, anlayış ve uygulamaların (bilim, sanat, felsefe, din konuları üzerinde) ortaya konduğu ve yepyeni bir insan olgusunun tarih sahnesine çıktığı çağdır.

Rönesans bir yeniden yapılanma hareketi olmasına karşın hemen hemen işlediği bütün konu ve sorunlarda Antik Çağ felsefesini temel ve örnek almış, onu yeniden inceleyip, değerlendirmiştir. Antik çağ felsefesinden çok şey öğrenmiş, bu felsefe ile kendinden de öğeler katarak geliştirmiş ve kendisinden sonraki 17. yüzyıl ve yeniçağ felsefesinin hizmetine sunmuştur. Böylece de bugün bile geçerli olan modern insan kavramının yaratıcısı olmuştur [12]. Kâğıt ve matbaanın etkisi ile okuma yazmanın gelişmesi, bilgi ve kültürün artması, coğrafi keşifler sonunda; güzel sanatlara merak saran zengin sınıfın oluşması, İstanbul’dan ayrılarak İtalya’ya bilginlerin eski Yunanca’yı ve eserleri öğretmeleri, doğaya, güzel sanatlara, edebiyata, bilimsel gelişmelere ilginin artması Rönesans’ı başlatmıştır.

Rönesans hareketleri İtalya’da başlamıştır. Hümanistler (insan sevgisine öncelik verenler) yeni eserler oluşturdular. Aslında Rönesans akımını Antik çağ felsefe ve kültürünün ve otoritelerinin tekrar canlandırılıp, taklit edilmesi olarak kabul etmek de tam doğru değildir. Bu yaklaşım yanlış olmasa bile ancak çok dar kapsamlı bir yaklaşım olabilir. Çünkü Rönesans oluşumu çok daha geniş ve temelli bir oluşumdur.
Bu çağın insanı düşünen, kendine dönük, kendini inceleyen, soran, yargılayan ve kendi öz yargılarını özgürce ortaya koyan insandır. Kendini bütün dogmalardan ve ön yargılardan arındırma yolundadır. Aklını kullanır, bilim ve aklını kendine kılavuz bilir.

13.Yüzyılda, Roma’da yüksek eğitim merkezi bulunmamakta, din adamları kültüre karşı kuşkulu bir tavır takınmaktadır. 1298 yılında Papa Boniface’nin Palestrina Şehri’ni yerle bir etmesi buna bir örnektir. 1337 ve 1341 yılında Ozan Petrark[13], Roma’lıların kendi tarihlerine olan saygısızca davranışlarını haykırır.


Resim 4. ANTİK ROMA KALINTILARI (Johann Sebastian Müller)

Bütün bu dini taassuba karşın, Roma Şehri için İtalya’nın, Avrupa’nın diğer ülkelerinden daha uzun bir süre ve daha yoğun bir şekilde anıtların korunma sorununa eğilmiş olduğu görülmektedir. Anıtları korumak için bilinçlenme ve bilinçli eylemler İtalya’da başlamıştır denilebilir. Sanatçı ve hümanistlerin yeni bir anlayışla antik devirle ilişki kurması, klasizme hayranlığın canlandırılması ve yaşatılması, Petrark (1340) ile yoğunluk kazanmıştır[14].

Pertark ile Cola di Rienzo, Roma’nın tarihsel bir incelemesini yapmış, anıtları şehrin haritasında belirlemişlerdir. Anıtlardaki kitabeleri toplayıp çözmüşler ve antik devrin incelenmesi için gerekli temelleri atmışlardır. 1375’de Padua’lı teknisyen Giovanni Dordini, Roma’ya gelerek tapınak ve zafer anıtlarındaki kitabeleri kopya etmiştir. Trajan Sütununun, Colosseum’un, Panteon’un, Vatikan Obeliskleriyle, St. Peter ve St. Paul Bazilikalarının ölçülerini alıp çizmiştir. 1336 yılında, eski Roma kalıntılarını tahrip edenlerin para cezasına çarptırılacağını belirten bir karar verilmiştir. Sanatkârlar eski örnekleri bulup kopya etmeden yorumlamaktadır. 14. Yüzyıl İtalya için önemli bir devirdir. Petrark, anıtları tek tek geçmişi temsil eden, estetik yönden değerli hazineler olarak görmemiş, daha çok yarattıkları ortamla değerlendirilmiştir.

Rönesans dönemi böylece başlamış ve gelişmiştir. Bu dönemde; daha çok eski yerleşmelerin yeniden düzenlenmesine ve güzelleştirilmesine çalışılmaktadır. İtalyan şehir merkezlerinde, klasik geleneğe uygun birlik ve düzen sağlama amacı izlenir. Agora, stoa ve forumların örnekleri, meydan ve loggialar (kemeraltı, sundurma) gereksinimlere uygun olarak yeniden düzenlenmiştir.

Flippo Brunelleschi’nin[15] çağın gereksinimlerini ifade eden kale şeklinde sarayları ve manastır motifi olarak belirlenen revaklı yapılarla çevrili meydanlarına bu dönemde pek çok şehirde rastlanmaktadır. Rönesans teorisini asıl dile getiren mimar Leone Battista Alberti  olmuştur[16]. İdeal şehri tanımlarken; “eğer yerleşmede bir Roma yıkıntısı bulunuyorsa korunmalıdır” demektedir. Bu tanım, Prof. Dr. Cevat Erder tarafından sadece “Kültürel Amaçlı” korumayı öngören ilk savunu olarak nitelendirilmektedir[17].
Alberti, geçmiş çağların kalıntılarındaki güce uyarak, bunları kopyacılık yoluyla değil, planlamada, yapıda, süste ve şekilde fikir ve görüş kaynağı olarak kullanmıştır.

 1485’de Floransa’da yayınlanmış “Mimarlık Hakkında On Kitap” adlı eserinde, Alberti, amaca uygun, faydaları ve göze güzel görünme anlayışını, devrimci olarak değil, yenileyici ve bağdaştırıcı bir tutumla yerine getirmek istediğini belirtir[18]. 1402 yılında, Roma’da antik mermerlerden kireç yapımı yasaklandı. 1426’da Bazilika Julian’ın taşlarının, kireççilere ocaklarından çıkan kirecin yarısı karşılığında verilmesi, anıtların tahribatına örnek olarak verilebilir.

Papa IV. Martinus, 1425’de yolların temizlenmesi için bir örgüt oluşturmuş, kiliselerle birlikte bazı köprülerin onarımı yapılmıştır. Papa IV. Eugenius (1431-1447), Roma’yı gene sefil halde bulmuş ve bazı önlemler almıştır. Papa V. Nicolaus (1447–1455), Roma’ya geldiğinde şehri güzelleştirmek çalışmalarını geliştirmek için gerekli ortamı hazır bulmuştu. Alberti dahil, devrin güçlü mimar ve sanatkârlarını kullandığı çalışmaları, tek eser ve yapılardan çok şehrin bütününe dönüktü. 

Bu çalışmalar gene de birçok tarihi anıt ve alanın aleyhine olmuşsa da, Lanciani bu Papa’yı şehri ilk düzenleyen ve “Restore” eden kişi olarak sunar. Papa V. Nicolaus, çevrenin ve yapıların insanlar üzerindeki büyük etkisinin bilincine varıp bunu ifade etmiştir. Vatikan ile St. Angelo Kalesi arasını belirli bir program içinde geliştirmeye başlamış ve kale ile Vatikan’a ve St. Peter Kilisesi’ne Romalıların forumlarına benzer şekilde, yolun iki tarafında revaklı yapıların bulunacağı bir düzen düşünmüştür. Roma için de, yeni bir şehrin kuruluşunu öngörmüştü. Bu planıyla, Vatikan’ı şehirden ayırıp korunmasını da sağlamıştır.

Papa II. Pius, Avrupa’daki birlik amacını doğuya da aktarmak istiyordu. 1462’de Roma ve civarındaki tarihi anıtların yıkılmasını ve zarar görmesini yasaklamış, bu buyruğu ile eski anıtların korunmasında genel tedbirler alan ilk Papa olarak tanınmıştır. Papa IV. Sixtus (1471–1484), bugünkü Capitol Müzesinin kurulmasını sağlamıştır. 1480 yılında, “Yollar ve Anıtları Denetleme Örgütü” nü yeniden düzenlemiştir. 14. Yüzyıl Ortaçağ Roma’sı 15. Yüzyıl sonlarında modern bir çehre almıştır.

1500’lü yıllarda, Brunelleschi, Alberti, Bramante, Raphael Rönesans’ın ilk öncüleri olmuşlardır. Bramante’nin son devir yapılarında ve mekân düzeninde (Beldevere avlusu ve Vatikan St. Peter Katedrali). Roma imparatorluk devri yapılarının kopyası ve yorumu yerine, devamlılığı görülmektedir. 

Antik Çağ anlayışı bu dönemde kapsamlı ve istikrarlı olarak ele alınmıştır. Francesco Albertini, yeni yapıların yanı sıra eski anıt ve eserleri belirten bir rehberi Papa II. Julius (1503–1513) zamanında hazırlamıştır. Papa Julius antika meraklısı idi ve villa bahçesinde açık hava müzesi açmıştı. Onun zamanında Roma, politik eylemlerin merkezi, sanatkâr ve bilim adamlarının toplandığı bir kent olmuştu. Raphael, antik konulara ve formlara egemendir ve Roma’nın bütün eserlerinin tam bir planını çıkarmak için çalışmıştır.

Papa X. Leo, 1515’de Vatikan mimarı Raphael’i, Roma’nın eski eserlerinin koruyucusu olarak atamıştır. Bu dönemde, mermer mimari parçalarının, heykel ve kitabelerin kireç yapılması yasaklanmıştır. Papa III. Paulus (1534–1549); Giovanale Mannetti’nin yönettiği eski eserlerin korunması ve Roma yollarının düzenlenmesiyle ilgili bir ekip kurar. Michelangelo (1475–1564), Papa’ya mimarlık yapmış ve Marcus Aurelius’un heykelini kendi düzenlemiş olduğu alana (Capitol) yerleştirmiştir. Ressamlığı ile görüntünün etkisini üçüncü boyutta bağdaştırmakta çok usta olan Michelangelo, mevcut yapı gruplarını ele alarak geliştirmede ve dış mekân düzeninde çok başarılıdır[19].


Resim 5. CAMPIDOGLIO MEYDANI MİCHELANGELO BUONARROTİ’NİN EN ÖNEMLİ TASARIMLARINDANDIR

III. Paulus zamanında, 1542’de “Vitruvius Akademisi” kurulmuştur. Bu okul; Vitruvius’un eserlerini yeniden düzenlemiş, Roma’daki bütün anıt, heykel vb toplanarak belgelenmiş ve yayınlanmış, şehir plancılığına temel uygulamalara örnek olacak çalışmalar yapmıştır
.
III. BAROK DEVİR

16.Yüzyıl Roma’sı koruma konusunu benimsemiş olan düşünür ve sanatkâr ile uygulayıcı arasındaki çelişkinin görüldüğü bir yerdir. 1624’de VIII. Urbanus, eserlerin yurtdışına çıkarılmasını yasaklayan bir buyruk yayınlar. Barok devir Roma’ya yenilikler katmaktadır. 17. Yüzyıl sonlarında sanata etkili olan politik gelişmelerden biri, Papa’lığın gücünü yitirmesidir.

Hıristiyanlık içinde beliren bazı din gruplarıyla, asil ve zenginler sanatkârlara çok iyi olanaklar sağlamaktadır. XIV. Louis’in güç ve zenginliği ile sanat Fransa’ya doğru kaymaktadır. Fransa’nın Avrupa’da gelişen politik ve sosyal düzendeki hâkimiyeti sanatta da belirir. Tarihi eserler, Avrupalıların artan gelir hızıyla eş bir şekilde Roma’dan dışarı akmaktadır. Papa XI. Innocentius (1676–1689) eserlerin Roma dışına çıkmasını yasaklayan bir karar verir, XI. Clemens (1700–1721) 1701 ve 1704 yıllarında bu kararı yeniler. Benedictus (1740 – 1758) zamanında, eski eserleri koruma ile ilgili bir yasa daha çıkarılmıştır.

1738’de Herculaneum, 1748’de Pompei kazıları başlamıştır. Barok-Rokoko Stilinin kopuşu ve yeni antik zevkin gelişmesi ile İtalya’nın tarihsel değerlerinin sadece İtalyanlara değil bütün Avrupa’ya ait olmaya başladığını da göstermektedir. Kilise, yönetici gücünü, politik ve ekonomik gücü elinde bulunana devretmiştir. Londra, Paris gibi merkezlerde, Louvre, National Gallery gibi müzelerin kurulmasına neden olan yapıtların toplandığı ve Barok Müziğin ortaya çıktığı bu dönem, Neo-Klasizm ile Geç Barok Dönemi olarak nitelendirilmektedir.

Barok Mimarisi’nin Genel Özellikleri:

1- Mimarlar ifade gücü yüksek bir düzenlemeye yönelmişler, Rönesans’ın açıklık ve yalınlık ilkesinin yerini bilinçli bir karmaşıklık almıştır. Katolik kilisesinin duyulara seslenen, mistik atmosfer yaratan bir mimari isteği oluşmuştur.
2-Barok mimarlar görsel etkiyi artırmak için sütun, korniş gibi mimari öğeleri Rönesans’tan daha dolgun ve zengin biçimde kullandılar. Rönesans’ta yüzeye vurgu yapan düzlemsel formlar yerine plastikliğe ve mekânsal derinliğe vurgu yapan formlar kullanılmıştır.
3-Süslemeye önem verilmiştir. İçte ve dışta tasarımın etkileyici olması istenir. İç dekorasyonda resim, heykel ve mimari iç içe geçmiştir.
4-kubbe ve tonozların yüzeylerinde göz yanıltıcı freskler kullanılarak, illüzyonik bir etki yaratılır. Gerçeğin aksine yaratılan görüntü önemsenir.
5-Kubbeye önem verilir. Yapıya önemli ve anıtsal bir hava katar.
6-Işık-gölge etkilerine önem verilir. Işığın yan şapellerden veya kubbeden yayılması sağlanmıştır. Işığın manipüle edilmesi sayesinde duvarın…
7-Hareketli dinamik bir görünüme sahiptir. Cephede ve içte hareketi çağrıştıran kıvrımlı biçimler kullanılır.
8-Yapıların cephesi heykelsidir. Heykel mimaride önemli yer tutar. (bazı mimarlar aynı zamanda heykeltıraştı.)
9-Ovalin dinamik formu dairenin yerini alır.
10-Tanrının yarattığı doğal dünya yerine insan yaratısı dünyaya odaklanır. Geçici bir var oluşa güzel bir biçim vermek amacındadır.
11-Saraylar, gösterişte diğer yapıları aşar. Prensler ve yönetici sınıf için yapılan saraylar ve şatolar, dışa açıktır ve yer aldığı çevreyi etkiler.(Ortada ana yapı iki tarafta ileri uzayan kanatlar, yapının ortasında önü açık şehre bir avlu oluşturulur. Sivil mimaride Fransa öne çıkar.)
12-Antik dönemden beri ilk kez tiyatro binaları yapılmaya başlanır. Tiyatrolar saraya bağlı olarak inşa edilir. 

V. Clemens, ünlü Johann Joachim Winckelmann (1717–1768)’ı Roma Eski Eserler Genel Müdürü yapmış; Papa VI. Pius (1775–1799) Roma Meydanlarını yeniden düzenleyerek Obeliskleri dikmiş ve Vatikan Müzesini gerçekleştirmiştir. Zamanında, Vatikan’da eser sayısı iki misli artmış, müze genişletilmiş ve halka açılmıştır. Sadece, Roma eserlerine değil, Mısır, Helen, Ortaçağ ve Son Devir örneklerine de yer verilmiş olması, bilinçlenmenin düzeyini göstermektedir.

İngiliz Parlamentosu, “Society Dilettanti” yi ve “British Museum” un kurulması için karar almıştır. 17. Yüzyıl, belgelerin toplandığı, bunların sistemli bir şekilde değerlendirilmeye çalışıldığı bir devirdir.

Papa VII. Pius (1800–1823) Devrinde, eski eserlerin korunması için idari ve hukuki yönden temel esaslar geliştirilmiş, Paris’e götürülmüş eserler geri döndürülmüştür. Papa, neo-klasik akımın en ünlü heykeltıraşı Antonio Canova’yı (1752–1822) eski eserleri araştırma ve koruma ile ilgili örgütün başına getirmiştir. Antonio Canova’nın yardımcısı Kardinal Doria Pamphilli’nin 1802’de yayınladığı “Editto Doria Pamphilli” kararnamesi Papalık Devletinde Eski Eserler Hukukuna yön veren en önemli hukuki kurallardan biri olarak tanınmaktadır[20]
Kardinal Pacca ise, 1820’de yayınlanan ve zamanının en ileri hukuki belgesi olan belge ile tanınır. Bu belgede, merkezi Roma olmak üzere, Papalık Devleti’nin başlıca şehirlerinde teknisyenlerden kurulu bir Komisyonlar Örgütü kurulmasını önermektedir. Özel ve kamuya ait anıtların korunması, onarımı ve harcamalar ile ilgili kurallar belirtilmiştir.

IV. AVRUPA’DA TARİHİ ÇEVRE KORUMASINA İLİŞKİN BİLİNÇLİ ARAŞTIRMA DEVRİ VE HUKUKİ GELİŞMELER

Tarihi eserlerin onarımında, yapıyı inceleyen, yapıldığı devre ait her türlü belgeyi, çizimleri, resimleri, yazıtları ve kalıntıları değerlendiren ve çalışmalarını delillerle belirten kişiler bilinçli araştırma dönemini başlatmışlardır. Roma’lı Camillo Boito (1836–1914), tarihi yapıların sadece mimari özelliklerine bakılarak değerlendirilmesine karşı çıkmıştır. Bir yapının ayakta durabilmesi için veya zorunlu görülen başka nedenlerden dolayı, bazı eklemelerden vazgeçilemeyeceğini kabul eder. Ancak, bunlar değişik özellikte, değişik malzeme ve yapının görünüşüne zarar vermeyecek şekilde yapılmalıdır.

Gustave Giovanni (1873–1947), Boito’nun esaslarını geliştirmiş ve modernleştirmiştir. Ona göre, “hangi devre ait olursa olsun tarihi değeri olan eser” korunmalıydı. Stil birliğine karşıdır. Belli başlı ve en önemli yapıların tarihi değerlerinin yanı sıra, küçük yapıların ve yerleşmelerin bütün olarak mimari düzenlerinin önemini belirtmiştir. Çalışmaları “Carta Del Restauro Italiana” (1931) kurallarının saptanmasında çok etkili olmuştur.

Şehir planlarında yer alan anıtlar, çevreleriyle, tüm yerleşmeyle birlikte düşünülmektedir.1870 yılında İtalya’da birliğin kurulmasından kısa bir süre sonra Başkent olan Roma’nın, bu göreve uygun bir hale getirilmesi için yeniden planlanması gerekmiştir. Şehrin çevre düzeni çalışmaları sırasında, Eski Roma’nın büyük bir kısmı modern yerleşme altında kalmıştır. 1873 ve 1906 Nazım Planları birer trafik planı olarak tanınmaktadır. 1929 yılına kadar süren yavaş gelişmeyi, Mussollini, eski Romalıların muazzam şehrini kendi çağına uygun olarak geliştirmek rüyasıyla hızlandırmıştır.


Resim 6: ROMA FORUMUNUN ORTASINDAN GEÇEREK BÜYÜK TAHRİBAT YARATAN ANA CADDE MUSSOLLINI ZAMANINDA AÇILMIŞTIR (Fot. M. Tunçer)

II. Dünya Savaşı sürerken, 12 Şubat 1943’de çıkarılan kanunla 1930 yılındaki yasanın eksik yönleri tamamlanmış, ek listeye alınan anıtların çevrelerine giren görüş alanı içindeki değişiklikler veya çevrelerine yeni yapıların yapılması denetim altına alınmıştır. 15 Haziran 1943’teki yasa ise, anıtların yerleşmeleri içinde değerlendirilmesine daha geniş olanaklar getirmiş, kesin koruma alanı için 500 m. Çapında bir daire öngörülmüştür. 

Bu kanunla, arsaların kullanılışı, yapıların yüksekliği, cephe oranları, bazı yerlerin boş bırakılması, park haline getirilmesi gibi önlemler alınabilmiştir. Tümüyle yasa, önleyici olmaktan çok, çözüm getiren bir tutum içindedir. Savaş sonrası ilk eğilim, yerleşmeleri olabildiğince olduğu kadar hızla eski durumlarına kavuşturup yaşantıyı devam ettirmekti. Tek tek yapıları ve yakın çevrelerini yamalar halinde korumaktan ötede çevre (sit) ölçeğinde korumacılık yaygınlaşmıştı.

Tarihi merkezlerin değerlendirilmesi, eski yapıların ve konutların yeni gerekleri karşılamak üzere onarılması da önemli gelişmelerden biridir.

IV.1. FRANSA

Fransa’daki anıtların tahribinin başlangıcı 5. Yüzyıldaki göçlerdir. Anıt ve yerleşmeler, istila eden kavimlerden çok (Hunlar, Araplar), bu kavimlerden korkan yerli halk tarafından tahrip edilmişlerdir. Savunma amacı ile mevcut yapı malzemesinden surlar inşa edilerek anıtlar tahrip edilmiştir. 1337–1453 yılları arasındaki 100 Yıl savaşları sonrasında Fransa benliğini kazanmış, eski küçük kiliselerin üzerine daha yüksek ve daha genişleri yapılmıştır. 16. Yüzyılda İtalyan Rönesansı Fransa’da da öne çıkmıştır.

Fransız mimarı Philibert de L’orme (1512–1570); mevcut formların silinip atılmasını değil, bunların düzenli değişikliğe uğramasını, bir yapıda eski ve yeni unsurların zarafet ve ustalıkla bağdaştırılmasını öneriyordu. Döneminde, eski kale ve şatoları pencereler açıp aydınlatarak ve yanlardan uzanan kalın duvarları galeriler haline getirerek, tekrar yaşanılır hale sokmuştur. Kral IV. Henry, 1589 Nantes Fermanı ile Fransa’yı güçlendirmiş, 1594’de geldiğinde çok harap bulduğu Paris’i ıslah edip geliştirmiştir. IV. Henry, ülkede merkezi idarenin gücünü ve birliğini sağlamak amacıyla, kendi başlarına buyruk küçük idari birimlerin yıkılmasını öngörmüştü.

XIV. Louis devrinde, Fransa’daki politik, ekonomik, dini, sanat vb gibi faaliyetlerin merkezden denetlenmesine girişilmiş ve başarılı olunmuştur. Bu düzen sonucunda, ülkenin her tarafında, sanatla ilgili uygulamalarda bir birlik görülmüştür. Sadece, Roma’dan Paris’e değil, karşı yönde de etkinin varlığı izlenmekte ve Paris’in bir sanat merkezi olarak geliştiği görülmektedir. Yeniçağı yansıtmak amacıyla, Fransa’nın her yerinde ortaçağın heykellerinden, en ufak süslemesine kadar daha önceleri küçümsenen örnekler, yeniden güzelleştirmek üzere elden geçirilmiştir. Bu güzelleştirme ve temizleme çabaları sadece yapılarla kalmamış, çevrelerini de kapsamış ve yerleşme bütünü için de düşünülmüştür[21].


Resim 7: MİCHEL TURGOT'S TARAFINDAN YAPILMIŞ PARİS ATLAS PLANI (PARİS, 1739), (LOUİS BRETEZ, CARTOGRAPHER)

Devrimciler de antik devir mimarisine ve heykellerini koruyarak, propaganda unsuru olarak kullanma yolunu seçmişlerdir. Yeni yönetimin, krala ve asillere ait eserlere toplumun malı ve mülkü olarak el koyduğunu ve bunları koruma sorumluluğunu üzerine aldığını gösteren kararlar bulunmaktadır. 1791’de anıtların korunmasını sağlayan bir “Milli Eğitim Komitesi” kurulması için bir yasa çıkarılmıştır. Geçici komisyon belgelemeye önem vermiştir. Taşınması olası olan anıtların kamuya ait koleksiyonlara katılması, diğerlerinin ise yerinde ve doğrudan doğruya denetlenmesi şeklinde korunması iki temel önlem olarak düşünülmüştür.

Fransa’da Fransız İhtilali ile feodal yönetimi anımsatan her yapının ve eserin ortadan kaldırılmasını amaçlayan bir yıkım eylemi başlatılmıştır. 1792 Cumhuriyet Dönemi, isimleri değiştirmiş ve böylece simgeleri oldukları eserlerin, anıtların ve şatoların tahribini kolaylaştırmıştır. Cumhuriyet Devriminin 10 yıl içinde yıktıkları eserlerin sayısı, Rönesans ve Barok Mimari uygulaması ile 200 yılda zarar gören eser sayısını aşmaktadır. Kişiye bağımsızlık ve sorumluluk tanıyan, kişiye dönük bu sosyal düzende uygulanan mimaride de bağımsızlık artan heyecanla gelişmeye başlamıştır.

Aydınlar arasında yıkıma tepki olarak doğan koruma düşüncesi ihtilalden sonraki yönetim tarafından da benimsenmiş, 1791 yılında anıtların korunmasını sağlayan Milli Eğitim Komitesi kurulması için bir kanun çıkarılmıştır[22].

Fransa; “1887 Koruma Kanunu” ile korumada etkin olmuştur. 18. Yüzyıl sonunda Anıtlar Komisyonu “Comission des Monuments” kurulmuştur. Anıtlar Komisyonu’nun çalışmaları Halk Müzesi, Milli Anıt terimlerinin yerleşmesini sağlamış, Fransa’nın birçok yerinde kamulaştırılan eserlerin toplandığı Louvre ve Fransız Anıtları Müzesi gibi müzeler kurulmaya başlanmıştır [23].

1830 yılından sonrası, Fransa’da anıt ve yarattıkları ortamın korunma çalışmalarının yoğunlaştığı ve etkili bir şekilde örgütleştiği bir devrin başlangıcı olmuştur[24] . 1840 yılında özel mülkiyetteki yapıların da korunması öngörülmüştür. 1854-1879 yılları arasında gerek sorumlu mimarlar , gerekse kamu oyuyla ve özel yollarla pek çok sayıda anıt onarılmaya çalışılmıştır [25].

O güne dek önemsenmeyen Ortaçağ sanatının araştırılması çabalarıyla bütünleşen restorasyonların önde gelen kişisi, Eugene Emmanuel Violet le  Duc[26] isimli mimar olmuştur[27] . 30 Mart 1887 tarihli anıtları sınıflandıran kanun, binaların tahrip edilemeyeceği, Güzel Sanatlarla görevli Bakanın onayı olmadan, restore ve tamir edilemeyeceği  veya herhangi bir değişiklik yapılamayacağı gibi ana prensipleri nedeniyle önem taşımaktadır.

Quantremere de Quincy, eserlerin bulundukları yerde, kent çevreleri içinde korunmasının önemine değinmiştir. Eser bulunduğu yerde değerini daha çok göstermektedir. Bu devir, anıtların korunmasında merkezi hükümetin sorumluluğunun tanınmasında ve halen geçerli sayılan ve uygulanan bazı teknikler ve yaklaşım esaslarının ortaya konmasında önderlik etmiştir. Sadece anıtlar değil, bunları değerlendiren perspektif ile çevreleri de ele alınmıştır.

Napolyon, XIV. Louis gibi güzellikten çok büyüklüğe meraklıydı. Paris’te yollar anıtlara (zafer anıtları) ulaşmalıydı. Bazı eserleri kurtarıp, pek çok değerli anıtın da yıkılmasına göz yummuştur. Bu dönemde, eski Kraliyet Mimarlık Akademisi geleneksel mimariye etkisi olan “Ecole des Beaux-Arts” olarak açılmıştır. 1810’da kabul edilen yeni belgeleme çalışması ile köklü bir belgeleme gerçekleşmiştir. 1834’de Fransız Arkeoloji Derneği kurulmuştur.

Prosper Merimee, 1834’de 7 kişilik “Tarihi Anıtlar Komisyonu” nu kurmuş, görüntüleri etkili olan anıtların korunmasına öncelik vermiştir. Merimee için, anıtların bir bütün olarak korunması gerekliydi ve onarımda gayet dikkatli bir çalışma yapılması gerekliydi. Koruma, mevcut olana bağlılıktı ve eksiklikler, eklemeler bulunan izlere göre yapılmalıydı. “Stil Birliği” modasının temeli bu fikirlerle atılmıştır.

1830 sonrası, Fransa’da anıt ve çevrelerinin korunma çalışmalarının yoğunlaştığı ve etkili bir şekilde örgütlendirildiği bir devrin başlangıcıdır. Victor Hugo, tarihi anıtlarda özel kişilerin haklarının kısıtlanmasını ve eserlerde kamu haklarının tanınmasını istemektedir. 19. Yüzyıl başlarında Fransa’da arkeoloji ile ilgili derneklerin sayısı artmış, yayınlar çoğalmıştır.

Eugene Emmanuel Viollet-le-Duc (1814–1879)[28]; mimar, mühendis, sanat tarihçisi, eğitimci, jeolog, etnograf, dekoratör ve eleştiricilik gibi pek çok mesleği bir arada yürütmüştür. Restorasyonda ise özellikle teori çalışmalarıyla tanınır. Antik mimarinin hükmetmemesi, sadece ilham vermesi gerektiği fikrini ileri sürmüştür. Geçmişi ait eserlerin analizinin yapılmasına ve mimarın çağının malzemesini kullanarak, koşul ve olanaklardan yararlanarak kendi sentezini yapabilmesini savunmuştur. Yapılardaki değişmeleri gösteren her türlü iz ve belgenin korunmasını asla kaybedilmemesini savunmuştur. Avrupa’da büyük ölçekte planlama çalışmalarına, Baron Georges - Eugene Haussmann’ın (1809–1891) Paris’teki planlama çalışmalarına başladığı 19.yüzyıl ortalarından sonra geçilmiştir.

III. Napolyon zamanında Paris’in planlaması 1832 ve 1849’da kolera salgınlarından sonra, kamu sağlığı, temiz hava ve yeşil alanlar açısından ele alınmıştır. Paris’te endüstri çağının metropolü haline getirmeyi başarmıştır. Anıtların tek yapı olarak ele alınıp öylece değerlendirilmesi, 19.yüzyılda başlayan hatta Ecole de Beaux-Art’ın eğitimi içinde gelişen bir tutumdur. Kişiliği yok eden, insan ölçeğine aykırı, eşliğe, monotonluğa dönük bu suni yerleşme düzenine ve getirdiği sert yıkıcılığa karşı çıkanlar arasında Camillo Sitte de (1843–1903) vardır. 

Camillo Sitte, Haussmann’ın sadece tekniğe dönük, insandan ve doğadan uzaklaşmayı amaçlayan tutumuna karşı çıkar. Yapı grupları arasındaki ilişkileri ve sokak ve meydanların organik bağdaşmasına dikkat çeker. Mekân düzenindeki uyuşmanın gerçekleşmesi organik oluşumda olur. Modern şehir planlamasında, mekân düzeninde mevcut niteliklerin değerlendirilmesine dönük bir yaklaşım vardır[29].

Hukuki gelişmeler, sosyal örgütlenme ile hızlanmıştır. “Paris Anıtlarını Sevenler Derneği”, “Eski Paris Komisyonu”, “Fransız Turing Kulübü”, vb. gibi. Tarihi Anıtlar Komisyonu, yetersiz olan 1841 yasasına bağlı kalmıştı. İyi niyetlerin etkinliği, denetleme ve denetlenme olanağı yoktu. 1879’da yeniden örgütlenen Komisyon’un üye sayısı arttırılmış, yetkileri saptanmış ve etki alanı genişletilmiştir. 1887’de tarihi anıtların korunması ile ilgili bir yasa çıkarılmıştır. 

Bu yasa, mülkiyet haklarını kısıtlayan, bürokratik düzen kuran bir yasadır. 1904’de Madrid Uluslararası Mimarlar Kongresinde, anıtların bakım ve onarımı sadece devlet tarafından diploma verilmiş yetkili mimarlar tarafından yapılması öngörülmüştür. 1889’da çıkarılan bir kararla, Tarihi Anıtlar Komisyonu’nun yetkileri kesinleşmiş ve güçlü bir örgüt haline gelmiştir. 1913’de, 1889 Kanununu tamamlayan ve Anıtların korunmasını kolaylaştıran, özel kişilere ait yapıların listeye sağlayan yeni bir yasa çıkarılmıştır. Bu Yasada ihtiyaç görüldüğünde listeye alınmış anıtları değerlendirmek üzere, görüş açısı içindeki (500 m.) özel kişiye ait olsalar bile, arsa ve yapılar üzerinde hak tanımaktadır.

31.12.1913 tarihli kanunla, 1887 kanununda çeşitli düzenlemeler yapılarak daha iyi bir uygulama elde edilmiş ve korunacak eserlerin 500 metreye kadar olan çevresi koruma alanı olarak ilan edilmiştir[30]. 1930 yılında çıkarılan ve bunu izleyen yıllarda geliştirilen bir kanunla çevre ölçeğinde koruma tedbirleri geliştirilmiş, özel bir Sitler, Perspektifler ve Peyzajlar Komisyonu kurulmuştur. 1943 yasası da tescil edilecek eserlerin sınıflandırma şekillerini belirlemiştir [31].

İkinci Dünya Savaşı sonrası anıt ve çevrelerinin değerlendirilmesi sınırları geçilmiş, şehir ölçeğine erişilmiştir. Eski şehir merkezlerinin, kasabaların tümüyle korunabilmesi 1962’de “Malraux Yasası”nın hazırlanması ile mümkün olabilmiştir[32]. Bu yasa yalnızca yasaklarla çözümlenemeyen koruma sorunlarına destekleyici önlemler getirme amacını güden yenileme ve yıkım için ayrılmış olanakların koruma için kullanılmasını sağlar. 1963 yılında bu kanun kapsamına alınan alanları denetlemek üzere özel bir komisyon kurulmuştur.

1973 yılına kadar 50’ye yakın tarihi ve artistik çevrede bu kanun kapsamı için de koruma projeleri yapılmış ve uygulamasına geçilmiştir. 1975 yılında ise koruma altına alınan 100 şehrin tarihsel merkezlerinin korunması için  yeni ölçüler geliştirilmiştir[33] .

IV.2. İNGİLTERE

İngiltere’de 1700’lü yıllarda büyük yangınlar ve doğal yıkımlar sonucu zarar gören eski eserleri ve eski kent kalıntılarını korumayı ve olabildiğince belgelemeyi amaçlayan Londra Eski Eserler Derneği’nin çabaları korumada etkin ilk dernek olarak önem taşımaktadır[34] . 1877’de İngiliz Arts and Crafts akımının öncüsü W. Morris, Restorasyon yerine, koruma ilkelerine bağlı ve yalnız bu konuyu amaç edinen  “Society For the Protection of Ancient Buildings” (S.P.A.B) adlı derneği kurmuştur.

Anıtların korunması hareketleriyle birlikte gelişen anıtların belgelenmesi çalışmaları sonucu, İngiltere'de tarihi anıtların büyük bir kısmı  jeolojik, tarihi ve arkeolojik yönleriyle planlar, fotoğraflar, mimari tanımlamalarıyla birlikte saptanmaya başlanmıştır ve 1882 yılında koruma ile ilgili ilk yasa Eski Anıtları Koruma Yasası çıkarılmış ve kullanılmayan eski yapıların ve tarihsel kalıntıların devlet mülkiyetine alınmasını öngörmüştür[35].
İngiltere’nin tarihi anıt, çevre ve yerleşmelerin korunup değerlendirilmesi konusunda, diğer Avrupa ülkelerinden bir ayrılık kazanmasında önemli bir yeri olan ve amacı mimari ve tarihi bakımdan önemli yapıları ve tabii güzelliği olan alanları kamu yararına sürekli olarak koruma şeklinde özetlenebilecek National Trust adlı kuruluş ilk çalışmalarını kıyılardaki araziyi korumaya yöneltmiş, ülkenin doğal özelliklerinin ve iyi yapıların bozulmasını denetlemiştir.


Resim 8: "LONDRA VE ÇEVRESİ"  (THOMAS MOULE'S ENGLISH COUNTIES,  1837) 

1900 yılında “Eski Anıtları Koruma Yasası”  çıkarılmış, tarih öncesi kalıntılar yanında ortaçağ yapılarının da korunması amaçlanmış ve kapsamı tarihi, geleneksel ve artistik değerleri nedeniyle korunması gerekli görülen yapıları da içine alacak şekilde genişletilmiştir[36].

Bugünkü anlamıyla, İngiltere’de getirilen ilk koruma tedbirleri  1913 yılında yürürlüğe giren Eski Anıtları Sağlamlaştırma ve Düzenleme Yasası ile Tarihi Anıtlar Komisyonu tarafından korunması gerekli görülen eski eserlerin tescil edilmesi ve bu tescil edilen yapıların korunması için yapılacak her mücadele için izin alınması zorunluluğu getirilmiş, yerel yönetimlere ve Bayındırlık Bakanlığına eski eserleri koruma görevi verilmiş, eski eserlere zarar verenlere para ve hapis cezası öngörülmüştür[37].

 İngiltere’de 1944 ve 1947 Şehir ve Kır Planlama Yasaları ile mimari ve tarihsel yönden önemi olan yapıların korunması için geniş kapsamlı listeler hazırlanması öngörülmüş, yapıların izinsiz değiştirilmesi ve yıkımı yasaklanmış, 1953 tarihli Tarihi Binalar ve Eski Anıtlar Yasası ile Tarihi Binalar Konseyi kurulmuş, korunması öngörülen yapıların bakımı ve onarımı için parasal yardım sağlanmıştır. Aynı şekilde 1962 tarihli Yerel Yönetimler Tarihi Yapılar Yasası ile de tarihi eserlerin korunmasında bakanlıkça parasal destekte bulunulmasına karar verilmiştir. 1967 “Civic Amenities Act” yerel yönetimleri tarihi ve mimari değeri olan alanları, saptayıp denetlemekle görevlendirmiş ve planlamaya “Koruma Alanı”  kavramını sokmuştur.

Şehir ve Kır Planlama Yasaları 1968 ve 1972 yıllarında yeniden düzenlenmiş ve koruma alanı içindeki tescil edilmemiş binalarında kontrolünün sağlanması düşüncesi kabul edilmiştir. 1979 Eski Anıtlar ve Arkeolojik Alanlar Yasası ile arkeolojik alan fikri ortaya konmuş ve planlama yasasından ayrı olarak anıtlara yapılacak müdahalenin programlanması ve denetlenmesi sağlanmaya çalışılmıştır.

IV.3. İTALYA

İtalya’da Ortaçağ’da, Rönesans öncesi ve sonrasında tarihi eserlere ve anıtlara karşı olan yaklaşım daha önceki bölümlerde verilmişti. Burada 18. yüzyılın sonu ile 19. Yüzyılın başındaki önemli gelişmeler ve yasal çerçeve özetle açıklanacaktır.

Bu dönem, sosyal devrimlerin, endüstrideki gelişme ile bağdaştığı ve Avrupa’daki yerleşmelerde büyük değişmelere zorladığı bir devirdir. Roma’nın merkezinde geniş bir alan tarihi ve sanat araştırmalarına tahsis edilmişti ki, bu konuya yöneltilen tutumun ciddiyetini göstermektedir[38]. Papalık devletinde eski eserler hukukunun en önemli kararları 1802 ve 1820 yıllarında çıkartılan “Editti Doria Pamplili” ve “Editti Doria Pacca”dır ve bunlarla ilk defa eski eserlerin bir listesinin yapımından bahsedilmekte ve bunları denetleyecek organlar kurulmaktadır[39]

İtalya birliğinin kurulmasından sonra, 1865 yılında çıkarılan kanunda, özel kişi ve örgütlerin elindeki milli eserler sayılan tarihi anıtlara, kamu yararına-devlet adına- el konulmasından bahsedilmekte, daha sonra senatoya verilen kanun tekliflerinde ise hükümetin sanata ve tarihi eserlere, anıtlara önem verdiği ve devletin bunların onarımına izin vereceği belirtilmektedir.

İtalya’da koruma uygulamasının en önemli iki dayanağı; 1939 yılında kabul edilen “Artistik ve Tarihi Değeri Olan Varlıkların, Panoramik ve Doğal Güzelliklerin Korunması Yasaları”dır. Birinci yasa; “tarihi, arkeolojik ve etnografik değeri olan eşyalar, paralar, manüskürler, otograflar, pullar, kitaplar, mühürler” gibi taşınır mallarla politik, askeri, tarihi, sanat ve kültür değeri olan taşınmaz malları, ikinci yasa ise doğal güzellikleri olan alanların korunmasını kapsar.

Saptanan ve belgelenen (tesbit ve tescil edilen) taşınmaz malların korunması Milli Eğitim Bakanlığı’nın denetimi altındadır. Bu eski eserlerin izinsiz değiştirilmesi, onarılması, tarihi ve artistik kullanışlara aykırı kullanılması yasaktır. Koruma ve onarım masrafları genellikle mal sahibine aittir. Gerekli durumlarda Bakanlık masrafların bir kısmını veya tümünü üzerine alabilir. Eser sahipleri koruma ve uygulama projelerini ilgili kuruluşlara onaylatmak zorundadır[40]. Bakanlık taşınmaz eski eserlerin bütünlüğünü ve karakterini korumak üzere, bu eserlerin çevrelerinde koruyucu önlemleri alır. Gerekirse çevrelerindeki yapıları kamulaştırabilir. Resmi kuruluşlara ait eski eserlerin satışını yasaklatabilir. Özel kişilerse satıştan devleti haberdar etmek zorundadırlar.

Koruma ile ilgili ikinci yasa, “doğal ve panoramik güzelliklerin” korunmasını sağlamak üzere oluşturulan yasadır. Milli Eğitim Bakanlığı’nın o yöredeki sorumlu kişilerle, turizm sorumluları, sanatkârlar, hatta tarımla uğraşanların da davet edildiği bir Komisyon korunacak değerleri saptar ve belgeler. Belgelenen değerlerin sahipleri, ya da kullanıcıları Komisyonun izni olmadıkça bu çevrede hiçbir değişiklik yapamazlar [41].

1967 yılında, 1942 İmar Planı Yasası’na eklenen hükümler ile tarihi öneme sahip şehirlerin ve şehir bölümlerinin özel alanlar olarak tanımlanmasını sağlamış, imar planı olmayan yerlerde gelişme projeleri yapımını hükme bağlamıştır. İmar planı yapılmış yörelerde ise planların bu yasaya uygun şekle getirilmesi zorunludur. İtalya’da en etkili koruma yöntemlerinden biri de “Özel Şehirler İçin Özel Koruma Yasaları” çıkarılmış olmasıdır. Bergamo, Bari, Assisi, Venedik, Amona ve bir çok tipik İtalyan şehri özel yasalarla korunmaktadır.

IV.4. POLONYA

Polonya’da tarihi çevre koruması 1928’de “Milli Varlık Sayılan Anıtlar ve Çevrelerinin Korunması Kanunu”nun çıkarılmasıyla yasal olarak başlamıştır. Eski eserlerle ilgili en kapsamlı yasa ise, 1962 yılında kabul edilen “Kültürel Değerlerin Korunması ve Müzeler Kanunu”dur. Bu kanun, kültürel miras ve gelişme açısından tarihi, bilimsel, artistik değeri olan antik veya çağdaş tüm taşınır ve taşınmaz değerleri “korunması gerekli kültürel miras” kapsamına alır. Tek yapılar, yerleşme örnekleri, folk kültürünün ekonomik, artistik ve fikri yönlerini ve geleneklerini yansıtan etnografik eşyalar, köy evleri, her türlü sanat eserleri, sosyal adalet ve özgürlük savaşlarının geçtiği yerler, diğer tarihi olay ve kişilerle ilgisi bulunan yapılar, arkeolojik buluntular, teknik kültürün gelişmesini yansıtan belgeler, bu kapsam içine girmektedirler[42].

Koruma ve müzecilik çalışmalarından Kültür ve Sanat Bakanlığı sorumludur. Bölgelerde ve eyaletlerde korunacak değerleri saptayan ve koruma işlemlerini denetleyen bir koruma uzmanı (konservatör) bulunmaktadır. Belgelenen eserler bu uzmanın izni olmadan yıkılamaz, onarılamaz, değiştirilemez. Bu eserlerin bakımı ve korunmasından, sahipleri veya bunları kullanma yetkisinde olan kişiler sorumludurlar. Koruma ve onarım masrafları eser sahibine aittir. Devletin, değeri çok yüksek bazı eserleri koruma yetkisi vardır. Eserlerin koruma kapsamına alınması için kendilerine başvuran eser sahiplerini devlet bazı vergilerden muaf tutar. Devlet bu eserlerin koruma ve onarım masraflarını üzerine alabilir [43].

IV.5. ALMANYA VE AVUSTURYA

Almanya’da, 1871 yılında birlik kuruluncaya kadar her Alman hükümeti eski eserlerin korunması ile ilgilenmiş ve bu devletlerin kanunlarında bu konu egemen olmuştur. 1815 yılında çıkarılan kanunla kamu yapılarının ve anıtların gerekli izin alınmadan değiştirilmesi yasaklanmış, 1819’dan 1841 yılına kadar eski eserleri koruma ile ilgili pek çok kural konulmuştur. 1844 yılında devlet bütün restorasyon çalışmalarına gözlemcilik etmeye ve 1853 yılında kurulan bir komisyon ile ülkenin çeşitli yerlerindeki eski eserleri tesbit edip, takip etmeye başlamıştır. 

1892 yılından itibaren devletin her bölgesi için ayrı ayrı eski eserleri koruma birimleri kurulmuştur. 1902 yılında Fransız ve İtalyan yasal sistemlerinin iyi bir şekilde birleştirilmesiyle hazırlanan ve eski eser tanımını mükemmel bir şekilde veren “Eski Eserlerin Korunması Hakkında Kanun” yürürlüğe girmiş, 6.4.1904 tarihli kanunla da anıtların teknik bakım işleri geliştirilmiştir[44] (Mumcu, 1969,s 55-65).
Avusturya’da 1779 yılından itibaren devlet eski eserlerin korunması için tedbirler almaya başlamıştır. 23.12. 1818 tarihli kanunla tarihi ya da estetik değeri olan malların ihracı yasaklanmış, 1850 yılında bir Eski Eserleri Koruma ve Araştırma Komisyonu kurulmuş, 1885’de ise “Eski Eserleri Kamulaştırma Kanunu” kabul edilmiştir.

1918 yılında eski eserlerin ihracı yasağı genişletilmiş, 1920 Anayasası ile devlete eski eserleri koruma görevi verilmiştir. Ancak bunu sağlayacak oldukça kapsamlı ve modern kanun 23.9.1923 tarihinde çıkmıştır. Anıt korumasında Avrupa’ya öncülük eden Avusturya’da tarihi çevrenin korunması konusunda büyük bir örgütsel ve yasal boşluk görülmekte, tarihsel bölgelerin korunması ancak eyaletler ve yerel yönetimlerin kendi olanaklarıyla sağlanmaya çalışılmaktadır[45].

IV.6. DANİMARKA, NORVEÇ, İSVEÇ VE İSVİÇRE

Danimarka, 9-11 inci yüzyıllar arasında merkezi Jutland adasında olan güçlü bir Viking krallığıyla tarih sahnesinde ilk olarak ismini duyurmuştur. Asiller giderek güçlenmiş ve Danimarka'nın ilk yazılı anayasası sayılan Magna Carta benzeri bir belgeyi Kral'a imzalatmışlardır. Krallık 1600'lerden itibaren çöküşe geçmiştir. 1658'de İsveç, 1814'de Norveç ayrılmıştır. İzlanda ise yalnızca sembolik olarak Taç'a bağlı kalmış, 1944’te bağımsız olmuştur.

19. Yüzyıl ortalarında bütün Avrupa’da olduğu gibi Danimarka'da da Liberal hareket ortaya çıkmış ve bunun giderek güçlenmesi neticesinde 1849'da, mutlak monarşiye son verilmiş ve meşruti krallığa geçilmiştir. 1864 yılında Schlesswig - Holstein'ı Prusya'ya kaybeden Danimarka 1920'de I. Dünya Savaşını takiben güney Jutland'da bir kısım toprağı, içerdiği Alman azınlıkla birlikte, geri almıştır. Tarihindeki iniş çıkışlara ve büyük toprak kayıplarına rağmen 1000 yıldır bağımsızlığını koruyabilen ülke İkinci Dünya savaşında Almanya'nın işgaline uğramıştır[46].

Danimarka’da 1966 kanunu ile yıpranmış tarihsel yapıları satın alma, restore etme, tekrar satma olanağı sağlayan “Bina Koruma Fonu” kurulmuş, koruma kararı alınan yapılarda değişiklik yapılması izne bağlanmış, 1969 “Slum Temizleme Yasası” ile belediyelere tarihsel alanların sağlıklaştırılması için plan yapma ve restore etme olanağı sağlanmış, 1969 ve 1972 yıllarındaki Doğayı Koruma Yasası ile de pek çok doğal anıt korunabilmiştir[47].

Norveç’te ise; 1965 yılında tarihsel kent alanlarının korunmasını kolaylaştıran “Kent Planlama Yasası”, 1970’de doğal ve kültürel değerlerin korunmasını amaçlayan “Doğayı Koruma Yasası”
çıkarılmış, 1975’de anıtların çevresi ve doğa ile ilişkisi için önlemler alınmıştır.

İsveç’te 1960 “Eski Eserler Yasası” ile tüm tarihsel eserlere sıkı koruma koşulları önerilmiş, 1964 “Doğayı Koruma Yasası” ile de kırsal görünümlü alanların korunması için önlemler alınmaya çalışılmıştır. İsviçre’de ise 1966 yılında kabul edilen “Federal Yasa” ile devlete doğal ve tarihi sitlerin korunmasına yardım etmek için yetki verilmiştir[48].

IV.6. RUSYA

Eski Rus Devleti olan Kiev Rus’unun (9-12. yüzyıl) dağılmasından sonra ortaya çıkan Knyazlıklar (prenslikler) 13.-15. yüzyılda Moğol-Tatar egemenliğinde  kalmışlardır. 14. yüzyıldan başlayarak Moskva prensliğinin yükselişi güçlü bir merkezi devletin kurulmasıyla sonuçlanmıştır. 16. yüzyılın sonlarından başlayan bir ekonomik gerileme ve karışıklık dönemi, siyasi bunalıma yol açmış, bu gelişme sonucu, 1613’te Zemskiy Sobor adı verilen genel meclis Mihail Fyodroviç Romanov’u Çar olarak seçmiştir.

18. yüzyıldan itibaren Rusya’da  yeni bir tarihi süreç başlamıştır. 1700-1721 Kuzey Savaşında zafer kazanmayı başaran Rusya, 1721 yılında Büyük Petro (1682-1725) tarafından İmparatorluk olarak ilan edilmiştir. Yayılmacılık politikası yürüten Rusya İmparatorluğu,  19. yüzyılın sonlarına kadar kendi sınırlarını bir hayli genişletmiştir.

Sovyet döneminin ilk Anayasası olan Rusya Sovyet Sosyalist Federatif Cum­huriyeti Anayasası (Temel Kanun) 10 Temmuz 1918 tarihinde V. Tüm-Rusya Sovyetler Kongresinde kabul edilmiştir. Sovyet dönemindeki diğer Rus anayasaları, 1925 RSFSC Anayasası (11 Mayıs 1925), 21 Ocak 1937 ve 12 Nisan 1978 tarihli anayasalardır.  Rusya’nın federatif devlet niteliği Sovyetlerden kal­ma çok kademeli bir özelliği sahiptir ve federasyon 81 federe unsu­r­dan; 21 Cumhuriyet, 6 toprak, 49 vilayet, 2 federe kent (Moskova ve St. Petersburg), bir özerk vila­yet, on özerk alandan oluşmaktadır[49].

Rusya’da korumacılık 1966 yılında Tarihi ve Kültürel Anıtların Korunması İçin Tüm Rusya Birliği adlı, Komünist parti ile tam bir ilişki içinde olan kuruluşla başlamıştır. Tarihi anıtlar, mimari ve güzel sanatlar, folklor, müzik eserleri tanıtma ve yayın konusunda uzmanlaşmış bölümleri olan bu kuruluşun üye sayısı 1975’de 13 milyona ulaşmıştır. Anıtlar için bir genel koruma kararnamesi olan Kültür Bakanlığı, halkı koruma konusunda eğitmek için 60 büro kurmuştur. Rusya’da savaş zamanı yıkılan anıtların restorasyonu gerçeğe uygun olarak yapılmıştır [50]. 

Rusya Federasyonu Anayasası Madde 44’e göre;  Herkesin edebi, sanatsal, bilimsel, teknik ve diğer yaratıcılık ve eğitim verme özgürlüğü güvence  altına alınır. Fikri mülkiyet kanunla korunur. Herkes kültürel yaşama katılma ve kültür kurumlarından yararlanma, kültür değerlerine ulaşma hakkına sahiptir. Herkes tarihi ve kültürel mirasın korunmasına özen göstermekle yükümlüdür. Anayasa Madde 72’ye göre; Rusya Federasyonu ve Rusya Federasyonu unsurlarının ortak yetkileri arasında “Doğal kaynakların işletilmesi; çevrenin muhafazası ve ekolojik güvenliğin sağlanması; özel korunması gereken doğal bölgeler; tarihi ve kültürel anıtların muhafazası” bulunmaktadır.

V. İKİ DÜNYA SAVAŞI VE SONRASINDA KORUMA HUKUKU GELİŞİMİ

1939-45 yılları arasında İkinci Dünya Savaşı sırasında birçok Avrupa kentinin yoğun hava bombardımanlarıyla büyük ölçüde tahrip olması, bu kentlerdeki tarihi mirasın yıkılmasına ve altında bulunan daha eski dönemlere ait kalıntıların ortaya çıkmasına yol açmış ve Avrupa kentlerinin kökeni sorgulanmaya başlanmıştır. Savaşın hemen sonrasındaki dönemde, savaşta yıkılan birçok kent merkezinin yenilenmesi sırasında, günümüzdeki anlamda olmamakla birlikte, ilk sistematik kentsel arkeolojik çalışmalar başlamıştır.

İki dünya savaşı birçok anıtın zarara uğramasına ve yok olmasına sebep olmuştur. Taşınabilen eserler kum çuvallarıyla korunabilmişler, binalar korunamamıştır. Mimarlar öncelikle savaş sonrasında, anıtları temizleme, anıtla ilgili mimari parçaları derleme, tekrar kullanılabilecek olanları ayırma işleri ile uğraşırlar. Yıkılmayı önleyecek ilk önlemleri alırlar. Eski anıtların güvenliğini ve görüntüsünü sağlamak üzere çevreye de el atılmıştır. 1930 yılında çıkarılan bir yasa ile yerleşmeler dışındaki anıtların çevresindeki doğanın da korunması öngörülmüştür. Listelere alınmış bütün yapılar, korunmaları için devletten yardım görmekteydi. II. Dünya Savaşı sonrasında da, ağırlık anıtların çevresine kaymış, yerleşmelerin bütünü içinde değerlendirilmesine öncelik verilmiştir. Konu, anıt ve çevresinin değerlendirilmesi sınırlarını geçmiş, şehir ölçeğine erişmiştir.







SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA

1.       “A Future For Our Past European Architectural Heritage”, Council of Europe, 1975.
2.       Ahunbay, Z.,1996, Tarihi Çevre Koruma ve Restorasyon, Yem Yayınları, s 8, İstanbul.
3.       Akçura, N., 1972, Türkiye’de eski eserler, Mimarlık Dergisi, 8, s 39-42, İstanbul.
4.       Akçura, N., 1973, Yabancı ülkelerde eski eserlerin korunması, Mimarlık Dergisi, 8, s 13-17.
5.       Akçura, N.,1992, Günümüzde tarihi çevre koruması konusunda görüşler, Mimarlık Dergisi,-249, Mimarlar Odası, s 17, İstanbul.
6.       Akçura, T., 1973, Sanayileşmiş bir ülke olarak Türkiye’de tarihi çevre koruması ve restorasyon, Mimarlık Dergisi, 8, s 5-6, İstanbul.
7.       Akozan, F.,1977, Türkiye’de Tarihi Anıtları Koruma Teşkilatı ve Kanunlar, D.G.S.A.Y. Mimarlık Böl. Rölöve ve Restorasyon Kürsüsü Yayını, s 4,33-38, İstanbul.
8.       Aksu, E., Ayten, M., Erdoğan, M., Tunçer, M., 1995, Kentsel Koruma’nın işlevinin yeniden tanımlanmasına yönelik öneriler, Planlama Dergisi, 1-2, s 60,61, Ankara.
9.       Aksulu, I., Bilsel, G., Bilsel, A., 1995, Kentsel korumada da planlamanın üstünlüğü, 3. Kentsel Koruma-Yenileme ve Uygulamalar Sempozyumu, s 2, 4, İstanbul.
10.    Bademli, R. , Aralık 1991, “Koruyucu Kent Yenilemesi ve Yerel Yönetimler, 13-14, Türk - Alman Semineri, Bildiriler, TMMOB Mimarlar Odası Yayını, Ankara Şubesi Yay. , s.22.
11.    Bilsel, A., Bilsel, G., Aksulu, I., 13-14 Nisan 1995, Kentsel koruma planlamasında bir işlevsel model önerisi, 3. Kentsel Koruma-Yenileme ve Uygulamalar Kologyumu, Mimar Sinan Üniversitesi Yayını, s 1, İstanbul.
12.    Çeçener, B., 1982, Taşınmaz eski eser korunma olayı, kararları, organları, koruma politikası ve ülkemiz, Türkiye 1. Şehircilik Kongresi, ODTÜ-Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, s 251, Ankara. 
13.    Council of Europe, 1963, “The Preservation and Development of Ancient Buildings and Historical and Artistic Sites”, Strasbourg.
14.    Council of Europe, 1965, Symposium, “A Criteria and Methods for A Protective Inventory, Preservation and Development of Groups and Areas of Buildings of Historical and Artistic Intrest”, Barcelona.
15.    Dobby, A, 1978, Conservation and Planning, Hutchinson Co.Limited, s 81-81-93, London.
16.    Erder, C., 1971, “Tarihi Çevre Kaygısı Tarihine Giriş”, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi Yay., Ankara.
17.    Erder, C., 1975, “Tarihi Çevre Bilinci”, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi Yay., s XIII, 66, 118-135, Ankara.
18.    Erder, C., 1986, “Our Architectural Heritage: From Consciousness to Conservation”, Museums and monuments XX, UNESCO Pub., U.K. 
19.    Fersan, N., 1980, Küçük Anadolu Kentlerinde Tarihsel Dokunun Korunması İle İlgili Bir Yöntem Araştırması, İTÜ Mimarlık Fakültesi, s 72-74, İstanbul.
20.    German Comission, 1980, Protection and Cultural Animation of Monuments, Sites and Historic Towns in Europe, German Comission for UNESCO and Acedemy of the Chamber of Architect, Bonn.
21.    Huth, H., 1940, “Observations Concerning Conservation of Monuments in Europe and America”, Washington D.C., National Park Service
22.     Jokilehto, J.,  2002,  “A History Of Architectural Conservation”, Butterworth-Heinemann.
23.    Kuban, D., 1993, “Türkiye’ye Özgü Bir Koruma Politikası Olabilir mi?” , 1. Kentsel Koruma ve Yenileme Uygulamalar Kolokyumu, 7-8 Nisan 1993, MSÜ, Mim. Fak. Şehir ve Bölge Planlama Bölümü.
24.    Lawrence, A.,W., 1957, “Greek Architecture”, Harmondsworth, Penguin Books.
25.    Madran, E., “Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunması Ve Onarımı, TMMOB Mimarlar Odası.
26.    Madran, E., “Kültürel ve Doğal Miras, Uluslar arası Kurumlar ve Belgeler”, TMMOB Mimarlar Odası yay.
27.    Madran, E., “Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Kültür Varlıklarının Korunması”, ODTÜ Mimarlık Fak. Yayını.
28.   Marcus Vitruvius Pollio,  “Mimarlık Üzerine On Kitap”, Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı Yay.,
29.    Middleson, M.,1979, “Koruma Alanları”, Mimarlık Dergisi-1,s 34-35, İstanbul.
30.    Mumford, L., “The Culture of Cities”, New york, Harcourt, Brace, 1938.
31.    “Protection And Cultural Animation of Monuments, Sites and Historic Towns In Europe”, Cerman Commission for UNESCO, 1980.
32.    Riley,D., W., “Historic Towns and Cities: The York Conferance”, Town and Country Planning, Vol. 36., July/August 1986.
33.    Resuloğlu, s., 2005, “Koruma Olgusu Ve Kültür Ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurullarının Yaklaşımları”, Y. Lisans tezi. Dokuz Eylül Üniversitesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü.
34.    Teber, F., 1997, Fransa’da planlama araçları, Planlama Dergisi-2, s 35-39, Ankara.
35.    “Tarihsel Ve Doğal Çevrenin Korunması”, 1979, TMMOB Mimarlar Odası Yayınları, İstanbul.
36.    Taşınmaz Kültür Ve Tabiat Varlıkları Mevzuatı, 1996, T.C. Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara.
37.    1710 Sayılı Eski Eserler Kanunu, “Yorumlar – İncelemeler”, 1976, İstanbul.
38.    Trancik, R., 1982, Finding Lost Space, Van Nostrand Reinhold, s 97, New York.
39.    Tunçer, M.,  7-8 Nisan 1993, I. Kentsel Koruma ve Yenileme Uygulamalar Kolokyumu, Sunulan Bildiri: “Bergama Ve Perge’nin Güncel Koruma Sorunları”, Mimar Sinan Üniversitesi, İstanbul.
40.    Tunçer, M., 1994, “Sürdürülebilir Kalkınma İçin Tarihsel Çevreyi Koruma Politikaları”, Ulusal Koruma Planlaması Semineri-II, İstanbul.
41.    Tunçer, M., 1995, “Tarihi Çevre Koruma Planlamasında Merkezi Yönetimin Rolü”, 2. Kentsel Koruma-Yenileme ve Uygulamalar Kolokyumu, Mimar Sinan Üniversitesi Yayını, İstanbul.
42.    Tunçer, M., 1996, “Tarihsel Çevre Koruma Yazıları”, Yayınlanmamış Ders Notları, Gazi üniversitesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, Ankara.
43.    Tunçer, M., 1995, “Sürdürülebilir Kalkınma İçin Tarihsel Çevreyi Koruma Politikaları: Ankara, Bergama, Şanlıurfa”, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Kamu Yönetimi ve Siyaset ABD., Ankara.
44.    Tunçer, M., 2000, “Tarihsel Çevre Koruma Politikaları : Ankara”, Kültür Bakanlığı Yayınları 2520, Kültür Eserleri Dizisi:281.
45.      Tunçer, M.,  2006, “Anadolu’da – Yeniden - Kentsel Rönesans”, Hacettepe Üniversitesi -  Güzel Sanatlar Fakültesi, 8. Ulusal Sanat Sempozyumu : Sanat Ve Kent, Ankara, Hacettepe Üniv. Yay. 
46.      Tunçer, M., “Avrupa’da ve Türkiye’de tarihsel Çevre Korunması süreci ve Sonuçlar”, http://blog.milliyet.com.tr/avrupa-da-ve-turkiye-de-tarihsel-ve-kulturel-cevrenin-korunmasi-sureci-ve-sonuclar/Blog/?BlogNo=170306
47.    UNESCO, “Recommendation Concerning Preservation of Cultural Property Endangered by Public and Private Works”, Paris, UNESCO, 1968.
48.    Vidinlioğlu, N., 1989, Tarihi kentler planlamasında hukuki boyutlar, Tarihi Kentlerde Planlama/Düzenleme Sorunları-Türkiye 11. Dünya Şehircilik Günü Kollokyumu, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Matbaası, s 33, Ankara.
49.    Yılmaz, A., 2000, Kentsel Koruma Alanlarında  Planlama Ve   Kentsel Tasarım İlişkileri: Ankara, Afyon, Konya, Avanos, Divriği Örnekleri, Yayınlanmamış Y.Lisans Tezi,   Şehir Ve Bölge Planlama  Bölümü, Gazi Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
50.    Yener, S., 1997, Hollanda’da kentsel tasarım, s 23, Planlama Dergisi-2, Ankara.
51.    Zeren, N., 1979, Tarihi Çevrede Koruma ve Geliştirme(seminer), İ.T.Ü. Mimarlık Fakültesi, İ.T.Ü Yayını, s 4,5, İstanbul.
52.    Zeren, N., 1981, Kentsel Alanlarda Alınan Koruma Kararlarının Uygulanabilirliği, İTÜ Mimarlık Fakültesi-Doktora Tezi, s 6,7,20,21,31-33,36-39, İstanbul.
53.    Zeren, N., 1984, Tarihsel Çevre Korumasında Yaklaşımlar, Tarihsel Çevre Koruması Seminer Dizisi, İTÜ Mimarlık Fakültesi, s 37-51,  , İ.T.Ü Yayını , İstanbul.
54.    Zeren, N., 1984, Türkiye’de Tarihsel Mimari Değer Koruma Anlayışının Gelişimi, Seminer , İTÜ Mimarlık Fakültesi, s 19, , İ.T.Ü Yayını,  İstanbul.




NOTLAR

[1] Prof. Dr., Korumada Uzman Şehir Plancısı (ODTÜ), Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilim Doktoru, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü Başkanı, Gölköy-BOLU, mehmettuncer56@gmail.com  (Anadolu Üniversitesi için hazırlanan yazıdan alınmıştır.)

[2] Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi: Dünya mirasını oluşturan değerlerin kriterlerini belirleyen ve denetleyen konseydir. Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi'nin mimar, arkeolog, şehir planlamacısı, mühendis, sanat tarihçisi ve sanatçı vs. olmak üzere alanlarında uzman 7.500'ü aşkın üyesi bulunmaktadır. Uluslararası merkezi Paris'te bulunmaktadır.

[3] AKÖZ; F., YÜZER, N., Tarihi Yapılarda Malzeme Özelliklerinin Belirlenmesinde Uygulanan Yöntemler
Yöntemler,  YTÜ. İnş. Müh. Böl. İstanbul, http://www.e-kutuphane.imo.org.tr/pdf/11142.pdf

[4] Dünya MiraslarıUNESCO (United Nations Education, Science and Culture, Türkçesi: Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür) tarafından belirlenen kültürel ve doğal varlıkların listesidir. Dünya miraslarının korunması için 175'ten fazla ülke bir antlaşma imzaladı. Ülkemizin, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün sorumluluğu altında yürüttüğü çalışmalar neticesinde bugüne kadar UNESCO Dünya Miras Listesi’ne 10 adet varlığımızın alınması sağlanmıştır.

[6] AYDENİZ, N., E.,Kent Arkeolojisi Kavramının Dünyadaki Gelişimi Ve Türkiye’deki Yansımaları”, Yasar University, Faculty of Engineering and Architecture, Department of Architecture, Izmir-Turkey

[7] Bu bölüm ile ilgili çok detaylı bilgi için Prof. Cevat Erder’in “Tarihsel Çevre Bilinci” ve “Tarihi Çevre Kaygısı” kitaplarına bakınız.

[8] TUNÇER, M.,  7-8 Nisan 1993, I. Kentsel Koruma ve Yenileme Uygulamalar Kolokyumu, Sunulan Bildiri: “BERGAMA VE PERGE’NİN GÜNCEL KORUMA SORUNLARI”, Mimar Sinan Üniversitesi, İstanbul.

[10] Charlemagne; aynı zamanda Büyük Charles olarak bilinir (Latin: Carolus Magnus or Karolus Magnus), Frankların ve Romalıların İmparatorudur (MS 768)

[11] ERDER, C., 1971, Tarihi Çevre Kaygısı Tarihine Giriş, Ankara.

[12] TUNÇER, M.,  2006, ANKARA, “Anadolu’da – Yeniden - Kentsel Rönesans”, Hacettepe Üniversitesi -  Güzel Sanatlar Fakültesi, 8. Ulusal Sanat Sempozyumu : Sanat Ve Kent,  H.Ü. Yay. 

[13] Francesco Petrarca (1304 – 1374), (Petrarch),İtalyan bilim adamı, şair ve erken dönem hümanistlerindendir.

[14] ERDER, C., 1971, Tarihi Çevre Kaygısı Tarihine Giriş, Ankara.

[15]Filippo Brunelleschi (1377 - 1446), Floransalı sanatçı, İtalyan rönesans temsilcilerinden. Yapılarında Roma mimarisinde görülen kubbe, kemer, sütun gibi mimari öğeleri kullanmıştır. Yapımında çalıştığı Floransa Katedrali'nin kubbesi, Roma'daki Pantheon tapınağının kubbesinden sonra en anıtsal ve büyük kubbedir. Floransa'da San Lorenzo KilisesiPitti SarayıPazzi Şapeli ve Öksüzler Yurdu mimarın diğer eserlerindendir. Perspektifi bulan ilk kişidir.

[16] Leone Battista Alberti (veya Leon Battista Alberti) (1404-1472) İtalyan ressam, şair, dilbilimcifilozofkriptocumüzisyenmimarRönesans hareketinin öncülerinden. Alberti, Roma’ya döndükten sonra Papa V. Nicolaus’un mimarlık danışmanı oldu. Mimarlık Üzerine adlı eserini yazdı. Hayatının son yirmi yılında mimari düşüncelerini birçok önemli yapıda uyguladı.Floransa’da Sta. Maria Novella Kilisesi ve Rucellai Sarayı'nın cephelerinde bu tesir görülür. 1450-1460 seneleri arasında yoğun biçimde mimarlıkla uğraştı. Anıt plan ve maketleri de yapan Alberti, Rimini’de cephesi zafer takı biçiminde işlenen Malatesta Tapınağı (S. Francesco Kilisesi), Mantova’da S. Sebastiano ve S. Andrea kiliselerinde de mimari üslubunu ortaya koydu.

[17] ERDER, C., 1971, Tarihi Çevre Kaygısı Tarihine Giriş, Ankara.

[18] Bkz. Mimarlık Üzerine On Kitap, Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı Yay., Marcus Vitruvius Pollio (d. MÖ 80-70, ö. MÖ 15 sonra), Romalı yazarmimar ve mühendisMimarlık Hakkında On Kitap (De architectura libri decem) ile bilinir. MÖ 1. yüzyılda yaşamış olan Romalı mimar Vitruvius "De Architectura" adlı kitabında başarılı bir mimarlık için "Utilitas, Firmitas, Venustas" (kullanışlılık, sağlamlık, güzellik) etmenlerinin gerekli olduğunu ileri sürmüştür.

Rönesans' ta bu tanım, "Comodita, perpetuita, bellezza" (kullanışlılık, süreklilik- kalıcılık, güzellik) olarak benimsenmiştir. 1581'de bir İngiliz yazarı mimarlığı "yapı bilimi" olarak tanımlarken 19.yy'da İngiliz eleştirmen Jo hn Ruskin mimarlığın "yapılara uygulanan süslemeden başka bir şey olmadığı" nı ileri sürüyordu. Amatör bir eleştirici olan Sir Henri Watton "The Elements of Architecture" (1624) adlı kitabında mimarlığın üç koşula (kullanılışlılık, sağlamlık, güzellik) yanıt vermesi gerektiğini belirtir. F.L. Wright'a göre de "mimarlık biçim haline gelmiş yaşamdır."

[19] Michelangelo Buonarroti (6 Mart 1475 – 18 Şubat 1564) Ünlü İtalyan Rönesans dönemi ressam, heykeltıraş, mimar ve şairidir. Tam adı Michelangelo di Lodovico Buonarroti Simoni’dir. Michelangelo, heykeltıraştaki rüştünü kanıtladığı ilk ve en ünlü eseri olan çocuk kral Davud’un heykelini yaptığında henüz 26 yaşındadır. Beş buçuk metrelik bir mermer kütleden çıkaracağı eser için genç dâhi, mermer bloğun yanına bir baraka inşa ederek, yardımcısız bir şekilde, çoğu zaman geceli gündüzlü çalışarak Rönesans sanatının harikalarından biri olarak kabul edilen David’i yaratır. Michelangelo’nun yaşadığı çağ, kendisiyle boy ölçüşebilecek derecede yetkin ressam ve heykeltıraşçılara da tanıktır aynı zamanda. Bunların başında Rafael ve Leonardo Da Vinci gelir. 

[20] Papalık Devletinde EEH'una veçhe veren en önemli hukuki kurallar 1802 ve 1820 senelerinde çıkartılan «Editti Doria Pamphüi» ile «Editti Doria Pacca»dır. Muhtevaları birbirlerinin hemen hemen aynı olan bu iki  kararda, o zamana kadar eski eserlerle ilgili olarak tek tek çıkartılmış  bütün hükümler  toplanmaktadır.

[21] Yılmaz, A., 2000, Kentsel Koruma Alanlarında  Planlama Ve   Kentsel Tasarım İlişkileri: Ankara, Afyon, Konya, Avanos, Divriği Örnekleri, Y.Lisans Tezi,   Şehir Ve Bölge Planlama  Böl., Gazi Üniversitesi, Ankara.

[22] Zeren, N., 1981, Kentsel Alanlarda Alınan Koruma Kararlarının Uygulanabilirliği, İTÜ Mimarlık Fakültesi-Doktora Tezi, İstanbul.

[23] Akozan, F.,1977, Türkiye’de Tarihi Anıtları Koruma Teşkilatı ve Kanunlar, D.G.S.A.Y. Mimarlık Böl. Rölöve ve Restorasyon Kürsüsü Yayını, s 4,33-38, İstanbul.

[24] Erder, C., 1975, Tarihi Çevre Bilinci, ODTÜ- Mimarlık Fakültesi, s XIII, 66, 118-135, Ankara.

[25] Akozan, F.,1977, Türkiye’de Tarihi Anıtları Koruma Teşkilatı ve Kanunlar, D.G.S.A.Y. Mimarlık Böl. Rölöve ve Restorasyon Kürsüsü Yayını, s 4,33-38, İstanbul.

[26] Eugene Emmanuel Violet le  Duc : Ünlü Ortaçağ yapılarının onarımı konusunda uzman, özellikle, gotik mimariye ilişkin yapısal işlevselciliği yorumlaması açısından sık sık eleştiriye uğrayan, çok etkili bir kuramcı, sayıları pek çok olmayan binalarım yapımcısı olan Viollet-le-Duc güçlü olduğu kadar karmaşık bir kişiliğe sahipti. 1840'tan 1870'e kadar Fransız mimarisine egemen olan Viollet-le-Duc günümüzde bile arkeologlarla sanat tarihçilerinin büyük ilgisini çekmektedir.

[27] Ahunbay, Z.,1996, Tarihi Çevre Koruma ve Restorasyon, Yem Yayınları, s 8, İstanbul.

[28] Viollet-le-Duc'ün, gotik mimariyi kurduklarına inandığı plastik dinamiklik ilkelerine getirdiği yorum [Entretiens sur Varchitecture [Mimarlık Üstüne Konuşmalar], 1863-1876), Ortaçağ katedrallerinin yapısını, belki de, yaşadığı dönemde Labrouste'un (Sainte-Genevieve Kitaplığı, 1843-1850), jo-seph Paxton'un (Crystal Palace, 1851) ya da Baltard'ın (Paris Hali, 1854) tasarladıkları en "modern" yapılar kadar iyi yansıtmaz. Bununla birlikte, içerdiği işlevselcilik anlayışı, 1890-1910 yıllarının Victor Horta, Antonio Gaudi, Louis Sullivan gibi büyük mimarlarının giriştikleri deneyimlerin çoğunun kökeninde yer alan savlara dayanır. Bu savlar XX. yy'da mimarinin Viollet-le-Duc'ün anlatımına doğru evrim geçirmesine katkıda bulunmuştur.

[29] Yılmaz, A., 2000, y.a.g.e.

[30] Mumcu, A., 1969, Eski Eserler Hukuku ve Türkiye, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 26/3-4, s 55-67, Ankara.

[31] Akçura, N., 1973, Yabancı ülkelerde eski eserlerin korunması, Mimarlık Dergisi, 8, s 13-17.

[32] Erder, C., 1975, y.a.g.e., S.118-135, Ankara.

[33] Zeren, N., 1984, Tarihsel Çevre Korumasında Yaklaşımlar, Tarihsel Çevre Koruması Seminer Dizisi, İTÜ Mimarlık Fakültesi, s 37-51,  , İ.T.Ü Yayını , İstanbul.

[34] Zeren, N., 1984, y.a.g.e., S.37-51.

[35] Erder, C., 1975, y.a.g.e., S.118-135, Ankara.

[36] Mumcu, A., 1969, y.a.g.e.

[37] Yılmaz, A., 2000, y.a.g.e.

[38] Erder, C., 1975, y.a.g.e., S.66, Ankara.

[39] Zeren, N., 1984, y.a.g.e., S.37-51.

[40] Akçura, T., 1973, Sanayileşmiş bir ülke olarak Türkiye’de tarihi çevre koruması ve restorasyon, Mimarlık Dergisi, 8, s 5-6, İstanbul.

[41] Zeren, N., 1984, Tarihsel Çevre Korumasında Yaklaşımlar, Tarihsel Çevre Koruması Seminer Dizisi, İTÜ Mimarlık Fakültesi, s 37-51,  , İ.T.Ü Yayını , İstanbul.

[42] Akçura, T., 1973, y.a.g.e.

[43] Yılmaz, A., 2000, y.a.g.e.

[44] Mumcu, 1969,y.a.g.e, S. 55-65.

[45] Fersan, N., 1980, Küçük Anadolu Kentlerinde Tarihsel Dokunun Korunması İle İlgili Bir Yöntem Araştırması, İTÜ Mimarlık Fakültesi, s 72-74, İstanbul.

[47] Zeren, N., 1981, Kentsel Alanlarda Alınan Koruma Kararlarının Uygulanabilirliği, İTÜ Mimarlık Fakültesi-Doktora Tezi, S. 20,21, İstanbul.

[48] Zeren, 1981,y.a.g.e., S. 20,21

[50] Dobby, A, 1978, Conservation and Planning, Hutchinson Co.Limited, s 81-81-93, London.

No comments: